30 Haziran 2009 Salı

GDO'ya Hayır Platformu

GDO'ya Hayır Platformu Bileşenleri, 28 Mart 2009 Pazar günü Ziraat Mühendisleri Odası Genel Merkezi'nde bir basın toplantısı yaptı.


- BASIN TOPLANTISI -

Sağlıklı Bir Toplum, Çiftçiliğin Devamı ve Bağımsız Tarım İçin

TÜRKİYE‘DE GDO‘LU ÜRETİME ve TÜKETİME HAYIR!

28 Haziran 2009

Tüm dünyada ilk kez 1994 yılında ticari olarak piyasaya sürülen GDO‘lu ürünler, 1998 yılından bu yana, hiçbir denetime tabii tutulmadan Türkiye‘ye giriyor.

Özellikle yılda iki milyon ton düzeyinde dışalıma konu olan GDO‘lu mısır ve soyadan üretilen işlenmiş ürünler, 800‘den fazla çeşitle tüketici sofrasına ulaşıyor. Hiçbir etiketleme yapılmadan satışa sunulan bu ürünler, halk sağlığını ciddi biçimde tehdit ediyor.

Tüketicinin bilgilenme hakkını ihlal eden ve halk sağlığını hiçe sayan bu durum, 10 yılı aşkın süredir tüm çarpıklığı ile sürerken, bu kez Ulusal Biyogüvenlik Kanun Tasarısı Taslağı‘nın Bakanlar Kurulu‘nda olduğu ve TBMM‘ne sevkedilmek üzere imzaya açıldığı bilgisi basına yansıdı. Hükümet sözcüsü, konuyla ilgili konuşmasında, zaten ithalatı serbest olan ve tüketilen bu ürünlerin Türkiye‘de ekimine de serbestlik getirileceğini ifade etti. Anlaşılıyor ki, şimdi sıra, GDO‘lu tohumları Türkiye‘nin temiz topraklarına ekmeye geldi...

Kamuoyundan bir sır gibi saklanan Tasarı Taslağı yasalaştığında, ortaya çıkacak durum şöyle özetlenebilir;

1) GDO‘ların üretimi ve tüketimine izin verilecek,

2) Bu ürünlerin risk değerlendirmesi şirketlerin kontrolünde olacak,

3) GDO‘lu ürünlerden zarar gören çiftçiler ve tüketiciler zararlarını ispat etmek zorunda bırakılacak, bu ürünlerin zararlı olmadığının ispatı şirketlerin üzerinde olmayacak,

4) Bu ürünleri ülkemize sokan veya üreten şirketlerin cezai sorumlulukları oldukça düşük olacak,

5) Zarara uğradığını iddia eden çiftçiler zamanaşımı tehdidi ile karşı karşıya kalacak,

6) Risk denetimine tabi bu ürünlerle ilgili bilgiler kamuoyuna açıklanmayacak, şirket sırrı olarak korunacak,

7) Tüketicilerin sağlıklı gıda tüketme hakları, küçük çocuklarla sınırlandırılacak, sadece küçük çocuk ürünlerinde GDO kullanılmayacak,

8) Ülkenin tüm genetik varlıkları şirketlerin kontrolü altına bırakılacak,

9) Çiftçiler, tohumluk ayırma haklarını yitirecek; tozlaşma vb. yollarla ürünlerine GDO bulaşmışsa şirketlere tazminat ödemek zorunda kalabilecekler,

10)Bu ürünlerin denetimi konusunda çiftçi, tüketici, ekoloji örgütlerinin; bağımsız bilimsel kurumların, meslek odalarının herhangi bir söz ve karar yetkisi olmayacak...

Yukarıda özetlenen tablo, öncelikle ülkemiz tarımını doğrudan üç - beş şirkete bağımlı hale getirecektir. GDO‘lu tohum ve pestisitleri (zirai mücadele ilacı) üreten şirketler arasında yapılan evlilikler, bu sürecin tohum ve ilaç için üreticinin her geçen yıl bu şirketlere daha çok ödeme yapmak zorunda kalacağını göstermektedir. Çünkü terminatör teknolojisi ile üreme yeteneği alınmış tohumlar, üreticinin tohum ayırma hakkını da elinden almaktadır. Böylece tüm dünyada konvansiyonel ürünlere göre daha verimli olmadığı ve daha çok pestisit tükettiği kanıtlanmış olan GDO‘lu tohumlar, temiz topraklarımızı ve üreticimizi, çokuluslu şirketlerin kar aracı haline getirecektir.

Sorunun bir diğer önemli boyutu, biyoçeşitliliğimizin ve çevresel değerlerimizin tahribidir. GDO‘lu ürünlerden olacak gen kaçışları, hem kültür bitkilerini hem de bunların yabani akrabalarını kontamine edecek; bu tabloya eklenebilecek yatay gen kaçışları ile doğada geri dönüşümü olanaksız bir süreç başlamış olacaktır.

Tüketici ve halk sağlığı açısından da tablo vahimdir. GDO‘lu ürünlerden işlenmiş gıda ürünlerinin sofralarımıza ulaşması, halkımızı daha da ağırlaşan alerjik reaksiyon, antibiyotik dayanıklılık, toksik etki, artan doğum anomalileri ve kısırlık gibi sağlık sorunları ile karşı karşıya bırakacaktır.

Oysa Avrupa Birliği, şirketlerin EFSA (Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi) üzerindeki artık gizlenemeyen etkilerin varlığına rağmen, topraklarının % 1‘inden az olan bölümünde, yalnızca bir GDO‘lu mısır türünün ekimine izin vermiş olup; Avusturya, Macaristan, Yunanistan, Almanya ve Fransa‘nın peşpeşe gelen yasaklama kararlarıyla GDO‘lu ekim alanları 165 bin hektardan 105 bin hektara daralmıştır. Üstelik bu üretimin % 80‘i yalnızca bir ülkede, İspanya‘da gerçekleştirilmektedir. Önümüzdeki dönemde, halk ve çevre sağlığı ile kamu yararı odaklı bu yasaklamaları n artarak süreceği öngörülmektedir.

Bunun yanında Avrupa Birliği‘nde, içeriğinde % 0.9‘dan fazla GDO‘lu hammadde bulunan ürünlerin ancak etiketlenerek satışına izin verilmekte iken, halk sağlığı yanında, Türkiye‘nin kendine özgü kültür ve inanç yapısına saygı gösterilme gereği duyulmadan, GDO‘lu gıdaların serbestçe satışı gerçekleştirilmektedir.

Şimdi soruyoruz; bu Tasarı Taslağı kime hizmet etmektedir? Halkın GDO‘lu ürünlere hiçbir talebi yokken, halkın örgütlerinden gizlenerek, hangi amaç ve nedenlerle bu düzenleme gündeme getirilmektedir? ..

Sonuç olarak, ülkenin onurlu ve namuslu çiftçileri, tüketicileri, ekoloji örgütleri, ziraat, çevre, gıda mühendisleri, birlikleri, kooperatifleri, siyasi partileri, demokratik kitle örgütlerinin bu barbarlık yasasına karşı direnmeleri en temel haklarıdır. Ülkemizi açlık ile terbiye etmeye girişenlere karşı, bu yasansın meclis gündemine gelmeden geri çekilmesini talep ediyoruz.

Bu ülkenin genetik varlıklarını, biyolojik çeşitliliğini, tohumlarını korumak, toplumsal barışın, adaletin olmazsa olmaz ön koşullarıdır. Bu doğrultuda, hemen hiç vakit kaybetmeden, toplum olarak vekil ettiklerimize bir kez daha sesleniyoruz, şirketlerin geleceğini değil, doğa ve toplum için biyolojik geleceğimizi koruyun. Bir an önce biyogüvenlik altyapısını oluşturun, bu konuda bütçeden bir pay ayırarak ülkemizde genetik kirlenmenin önünü alın. Çiftçilerin daha nitelikli ve sağlıklı üretim yapmasına yönelik örgütlenmeleri geliştirin. Tüketici ve ekoloji örgütleriyle, doğru ve açık bir bilgi paylaşım sürecini başlatın. Toplumun onayını almadan, apar topar hazırladığınız bu yasaya, bu ülkenin gerçek sahipleri olan bizler direneceğiz. Yok oluşumuzu seyretmektense, kendi kaderimizi belirlemeyi tercih edeceğiz.

GDO‘YA HAYIR PLATFORMU BİLEŞENLERİ

-TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası

-TMMOB Çevre Mühendisleri Odası

-TMMOB Peyzaj Mimarları Odası

-TMMOB Mimarlar Odası

-TMMOB Gıda Mühendisleri Odası Marmara Bölge Şubesi

-TMMOB Gıda Mühendisleri Odası Ege Bölge Şubesi

-Türk Tabibler Birliği

-Tüketici Dernekleri Federasyonu (TÜDEF)

-Tüketici Örgütleri Federasyonu (TÖF)

-Tüketiciyi Koruma Derneği (TÜKODER)

-Tüketici Hakları Derneği

-Tüketici Bilincini Geliştirme Derneği

-Çiftçi-SEN

-Ekoloji Kollektifi

-DOĞADER

-EKODER

-KESK Tarım Orkam-Sen -

- Nilüfer Yerel Gündem 21

-Gemlik Yaşam Atölyesi Derneği

-İçanadolu Çevre Platformu (İÇAÇEP)

-Marmara Çevre Platformu (MARÇEP)

-Ege Çevre Platformu (EGEÇEP)

-Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi

-Gürsel Tonbul Çiftlik İşletmeleri

-İmece Evi İmece Ekoköyü Dogal Yasam ve Ekolojik Çözümler Derneği

-Imece Ekoköyü Kooperatif Girişimi -

-Eskişehir Çevre Koruma ve Geliştirme Derneği

-Muratpaşa Dostları Derneği

- Konyaaltı Dostları Derneği

-Kibele Ekolojik Yaşam Kooperatifi

- PDA Pembe Domates Ağı

-Akçaeniş Köyü Çevre Kültür Kalkınma ve Dayanışma Derneği

-Kirazlı Ekolojik Yaşam Derneği

-Bornova Sivil Toplum Platformu (BORPLAT)

-Greenpeace Türkiye

-Sinop Çevre Dostları Derneği

-Doğu Akdeniz Çevre Bileşenleri

-Yeni İnsan Yayınevi

-Buğday Derneği

-Slowfood Yağmur Böreği Birliği

-Slowfood Fikir sahibi Damaklar Birliği -Slow Food Gençlik Gida Hareketi

-Slow Food Ankara Birliği -Slow Food Kars Birligi

-Boğatepe Çevre Yaşam Derneği

-Aromaterapi Derneği (AROMADER)

24 Haziran 2009 Çarşamba

Ölüm Tohumları - F. W. Engdahl

Bilgi

Ölüm Tohumları” kitabının yazarı Gazeteci F. William Engdahl’la birlikte Ulusal Biyo Güvenlik Yasa Tasarısı’nı değerlendiren Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi Genel Başkanı Kemal Özer; “Genetiği değiştirilmiş ürünlerin ülkemizde üretilmesi ve tüketilmesine izin veren yasa tasarısının bu haliyle yasallaşması ülkemizin ve insanlığın lehine değildir” dedi.

Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi Başkan'ı Kemal Özer'le birlikte basın toplantısı düzenleyen Ölüm Tohumları" kitabının yazarı Amerikalı Gazeteci F. William Engdahl; "Türkiye henüz tohumlarını kaybetmemiş olan bir ülke. Ulusal Biyo Güvenlik Yasa ile bu kaynaklarını bütünüyle kaybedebilir" dedi.

GDO'lu tohumları 'Ölüm Tohumları' olarak nitelendiren F. William Engdahl; "Bu tohumlar insanlığı ve insanların davranışlarının kontrol edilmesi için kullanılıyor. Kimileri bunlara bir komplo teorisi demektedir. Bunlar bir komplo teorisi değil komplodur. Rockfeller'in yeşil devriminin sadece adı yeşil kendisi dünya nüfusunu kontrol etmek ve bazı ırkları ortadan kaldırmak için çalışmaktadırlar. Genetik tohum üretici ve pazarlayıcısı mahşerin dört atlısı olarak tanımladığı Monsanto, DuPont, Dow AgroSciences ve Syngenta gibi uluslar arası şirketlerin tüm insanları ve diğer canlıların sağlık ve güvenliğini tehdit etmektedir" dedi.

GDO surecini bir kıyamet projesi olarak niteleyen Engdahl'in 1974 yılında Henry Kissenger hazırladığı çok gizli raporda 'Yiyeceği kontrol edersen insanları kontrol edersin" önerisinde bulunmaktadır. GDO projesi ile ilgili tüm olumlu söylemler sinsi ve yanıltıcıdır. Cartagena Biyogüvenlik Protokolü bu uluslararası şeytan şirketlerin ve özellikle Monsanto'nun bir tezgâhıdır.

Henry Kissenger'in, dönemin Amerikan başkanına hazırladığı bu raporun belki de en önemli noktalarından bir tanesi ise; aralarında Türkiye'nin de bulunduğu, A.B.D için bir yüksek tehdit unsuru olarak tespit edilen 13 ülkede gıdalar aracılığıyla kısırlığın arttırılması ve yaşlı nufüsun sistematik olarak bu ülkelerde egemen olmaya başlamasının planlanması var.

GDO'lu tohumların ekimi için başta devlet başkanlarına olmak üzere bir çok çevreye büyük rüşvetlerek ülkelerinde GDO'lu tohumların ekilmesi için ikna edildiğini iddia eden F. William Engdahl; "Bu konular başta olmak üzere GDO'Lu ürünlerin insan ve diğer canlıları olumsuz etkilediği ile ilgili GDO'lu tohum üreticileri başta olmak üzere GDO'yu savunan tüm taraflar bu tohumların insan ve diğer canlıları olumsuz etkilediği ile ilgili halka açık televizyonlarda her türlü belge ile tartışabilirim. GDO'nun faydalı olduğuna dair güçleri ve belgeleri yetiyor ise beni de ikna eyseler ya? Benimle hiç bir ortamda tartışmaya imkânları yok" dedi.

Engdahl, konuşmasında özellikle bir takım rüşvet ve uygunsuz yollarla bazı ülkelere bu GDO üreticisilerinin girmeye çalıştığına da işaret etti. Özellikle Almanya ve Fransa gibi ülkelerde halktan gelen direniş hareketlerinin ve baskıların neticesinde bu ülkelerde GDO'lu ürünlere itibar edilmediğini ve bunun da Türkiye, Macaristan gibi yeni pazarlara yönlenilmesine sebep olduğunu ifade etti.

GDO'lu ürünlerin hamile kadınların bebeklerini düşürmesine bile sebep olduğunu belirten Engdahl, konuşmasında ilginç bir örneğe de yer verdi. GDO'lu ürünler üreten bir firmanın kafeteryasında, çalışan personele GDO içeren ürünlerin satışının yasak olduğunu ifade etti.

F. William Engdahl basın toplantısında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, TBMM Başkanı Köksal Totan, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Tarım Bakanı Mehdi Eker, Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, CHP lideri Deniz Baykal, MHP lideri Devlet Bahçeli, Saadet lideri Numan Kurtulmuş gibi siyasetçilere ulaştırılmak üzere Ölüm Tohumları kitabını imzaladı.

Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi Genel Başkanı Kemal Özer ise şu görüşleri dile getirdi: “Siyasi iktidar bir süredir, ‘Ulusal Biyogüvenlik Yasa Tasarısı’ kanunlaştırılması çalışmalarını yürütüyor. Ancak söz konusu yasa tasarısının paylaşılması bir yana kamuoyundan ve talep edenlerden gizleniyor. Bu durum demokratik geleneğe aykırıdır ve işlemekte olan bu süreç, yasanın kendisi gibi doğru değildir.

Bazı çıkar çevrelerinin iddia ettiği gibi ülkemizin ve dünyanın hibrit, transgenik, modifiye olarak da adlandırılan genetiği değiştirilmiş gıda ürünlerine asla ihtiyacı yoktur. Çünkü GDO’lu ürünlerin -iddia edildiği gibi- açlığa çözüm olmadığı ve daha fazla verim getirmediği bugün için inkârı imkânsız bir gerçektir.


GDO’lu ürünlerde gizlenen asıl gerçek; insanlığın ortak mirası olan tohumların sayıları on dolayındaki şirketin mülkü haline getirilerek, tüm insanlığın birkaç şirketin insafına terk edilmesidir. Bu terk ediş, bağımlılık, sömürü ve çağdaş köleliğin habercisidir.

Arjantin, Meksika, Bangladeş, Kanada, Çin, Etiopya, Almanya, Fransa, Kenya ve Türkiye gibi ülkelerde resmi ya da gayri resmi olarak (yıllardır) ekimi yapılan GDO’lu tohumlar; ürünlerin lezzetini bozmuş, tozlaşma gibi yöntemlerle bazı bitki türlerini imha etmiş, kimi böcek türlerini yok etmiş, bazılarını ise “kene” de olduğu gibi, ölüm makinelerine dönüştürmüştür.


Verimliliği artırdığı iddia edilen, yeni kısır tohumlardan ekilen bir buğdayın başağından 16 dane elde edilebilirken, halen bir daneden en az 300 dane verebilen buğday türleri mevcuttur. Şayet amaç açlığa çözüm üretmekse -ki bu sadece bir gerçeği örtmek için uydurulmuş yalandır- bire 16 veren tohum değil bire 300 veren tohumların ekilmesi gerekmez miydi?


Asıl amaç: İnsanı değiştirmek, yönlendirmek ve yönetmek, dahası “terbiye etmektir.” Bu nedenle GDO çalışmalarının reddedilmesi ve bütün canlı neslinin devamı için olmazsa olmaz doğal tohum kaynaklarının korunması bütün insanların ortak görevidir.


Zira bizler bu tohumları, dedelerimizden sağlam olarak miras aldık ve yine sağlam şekilde çocuklarımız ve torunlarımıza devretmekle mükellefiz. Aksi halde bu ağır yükün hesabını veremeyeceğimiz ortadadır.


Biz inanıyoruz ki;
iktidar, muhalefet, bilim adamı, bürokrat, basın, sivil toplum örgütü mensupları kısacası herkes; Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası, Dünya Tarım Örgütü, BM ve IMF’nin dayattığı ve yasalaşması için uyguladığı baskıya karşı dik duracak, bu tasarının yasalaşmaması ve GDO’lu tarım yerine doğal (organik) tarım yapılması için güç birliği yapacaktır.


Bu güç birliği şarttır. Sözde uluslararası bu örgütler, iddia ettikleri gibi insanlığın değil, emperyalist küresel sermayenin çıkarları için çalışmakta, hatta bu sermaye tarafından atanan kişilerce yönetilmektedirler. Bütün insanlık, bu güçlerin düzenleme ve baskıları ile küresel kölelere dönüştürülmek istenmektedir ve hatta büyük oranda dönüştürülmüştür.


Bütün insanlık ve insanlığın besin kaynağı gıdalar hatta hayvanlar, bu kişi ve kurumların elinde birer ilaç maymununa dönüştürülmüştür. Şimdi yapılan, ‘açları doyurma’ kılıfıyla bütün insanlığı açlığa mahkûm etme ve bağımlı köleler haline getirme projesidir. Bu çirkin proje bütün bir insanlığı kıyamete sürüklemektedir.


Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek son yaptığı açıklamada ''Ulusal Biyogüvenlik Kanun Tasarısı”nın imzaya açıldığını belirterek, tasarıyı hazırlama gerekçelerini “dünyada gelişen teknolojiler sebebiyle ulusal biyogüvenlik konusunun yeni baştan ele alınması gerektiği” şeklinde açıklamıştı. Çiçek açıklamasında, “Kanunun yürürlüğe girmesiyle genetiği değiştirilmiş bitkilerin üretimine izin verilmesinin önü açılmış olacak. Genetiği değiştirilmiş bitkiler ancak üretim hakkını elde edebilecektir. Bebek mamaları ve küçük çocuk ek besinlerinde kullanımı yasaklanacaktı r” demişti.

Burada sorulması gereken soru şudur? GDO’lu ürünler tüketen bir annenin sütü ile beslenen bebeği, GDO’lu ürünlerin zararından nasıl koruyacaksınız? Anne babasıyla aynı sofradaki GDO’lu ürünleri tüketen bebek ve çocukları, bu kötü etkilerden uzaklaştırabilecek misiniz? Bunu nasıl yapacaksınız?


Bebekleri koruma söylemi
de açıkça göstermektedir ki, GDO’lu ürünlerin zararlarını siyasetçiler de gayet iyi bilmektedirler. Ancak şu iyi bilmelidir ki: bebekler, korunuyormuş gibi gözükülerek korunamazlar. Unutulmamalıdı r ki GDO’lu ürünler, midemize gıdalarla atılan misket bombalarıdır.


Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi
olarak genetiği değiştirilmiş hiçbir organizmanın bırakınız ülkemizde ekilmesini, dünyanın hiçbir yerinde de ekilmesine rıza göstermemekteyiz. İnsanlığın ortak mirası olan tohumları, uluslararası şirketlerin insafına ve tekeline asla bırakamayız. Çünkü kısırlaştırılmış GDO’lu katır tohumlar ve bunlardan elde edilen ürünler, insanlığın geleceği için büyük bir risk ve tehdittir. .


Aynı tehdit
, bu dünyayı birlikte paylaştığımız ve onlar olmaksızın insanın yaşamının mümkün olmadığı doğa, bitkiler ve hayvanlar için de geçerlidir. Yine tohumlar da bir ülkenin tek başına mülkü değildirler. Herhangi bir tohumda, bütün insanlığın hakkı, hatta bütün canlıların hakkı vardır. Örneğin yalnızca bir yaban hardalından beslenen bir bitkinin, nesepsiz kanola tarafından tozlanarak, bütünüyle ortadan kaldırılması sebebiyle bazı canlı türleri yok olup gitmekte ve bu sayede zincirin belki de çok önemli bir halkası koparılarak, dünya felakete sürüklenmektedir. Kaldı ki koparılan halkanın sayısını tahmin etmek bile güçleşmiştir.


Türkiye’nin yapması gereken şey, genetiğe müsaade etmek değildir. Hatta Türkiye kimilerinin ifade ettiği gibi, ‘bizde ekilmesin de nerede ekilirse ekilsin’ de diyemez. Bu sorumlu bir davranış olmaz. Onun zararı sadece bizi değil, bütün dünyayı bulur ve bulmaktadır. Düşününüz, Amerikalı çocuklar kanser olurken, bizim çocuklarımız olmuyor mu? Amerikalılar obeziteye dûçâr giderken, gidişat bizde de aynı değil midir?


Bu konuda, ‘GDO’lu ürünlerin ürün etiketlerine ürünün menşei yazılsın ve böylece tüketici istediğini tercih etsin’ diyenler bile, ömürlerinde tükettikleri hiçbir ürünün etiketini baştan sonra okumamışlardır. Peki, okudukları takdirde bir şey değişecek midir? Kaç kişi bu etiketlerde yazan ifadelerin anlamını ya da kaynağını bilmektedir?


Artık gıdaların herhangi bir ülkesi yoktur. Hemen her türlü gıda, aynı gün dünyanın bir başka köşesine seyahat edebilmektedir. Bu yüzden yapılması gereken tek şey, GDO'yu bütünüyle yasaklamaktır. Aksi durum tartışmasız ülkenin ve insanların birkaç şirketin kölesi haline getirilmesi demektir.


Öte yandan 5179 sayılı Gıda Kanunu hakkında açılan davayı değerlendiren Anayasa Mahkemesi, söz konusu kanunun bazı maddelerini iptal edip yürürlüğünü durdurduğu ve Resmi Gazete’nin 11 Haziran 2009 tarihli nüshasında yayınladığı gerekçeli kararında; ‘GDO'lu ürünlerin kanser, hipertansiyon, osteoporoz, dolaşım ve sindirim bozuklukları hastalığına sebep olduğu’nu belirterek tarihi bir karar imza atmıştır. Yüksek mahkeme, bu kararıyla GDO'yu yasalaştıran, Ulusal Gıda Biyogüvenlik Yasa Tasarısı'nın da önünü kapatmaktadır.


İnanıyoruz ki, siyasi irade
Ulusal BiyoGüvenlik Yasa tasarısında ısrarcı olmayacaktır. Başbakanın GDO’nun zararlarını göz ardı edeceğine ihtimal dahi vermiyoruz. Her şeye rağmen yasalaştırılsa bile, biliyoruz ki muhalefet partileri ortak bir kararla konuyu Anayasa Mahkemesi’ne taşıyacaklardır. AYM’nin görüşü bellidir ve 7 kamu görevlisinin kararlarına mahkûm edilecek bir yasal düzenlemeye AYM vize vermeyecektir.


Türkiye’de akliselimin galip gelerek, bu kirli oyunun bir parçası olmayacağına ve dünyanın en zengin tohum ve florasını küresel güçlerin emrine vermeyeceğine inanmak istiyoruz. Bunun engellenmesi için de var gücümüzle mücadele ediyoruz ve mücadelemizi sonuna kadar sürdüreceğiz.


Türkiye’ye bir çağrıda bulunarak diyoruz ki
: Geliniz uzun süre tartıştığımız dünyanın en bakir ve verimli arazisi olan mayınlı bölgeyi; devlet, çiftçi, sivil toplum işbirliği ile “doğal tohum üretim çiftlikleri”ne dönüştürelim. Hem siyasi tartışmalar bitsin, hem ülke rahat etsin, hem de ülkemiz tohum şirketlerinin kölesi olmaktan kurtarılsın. Böylece bütün ülkeye hatta insanlığa örnek bir model sunalım. Haydi Türkiye, şimdi sana yakışanı yapma zamanı!”



15 Haziran 2009 Pazartesi

Sahipsiz hayvanlara yuva

Haber

Barınak Gönüllüleri Derneği'nin, sahipsiz hayvanların güvenilir bir yuva bulması için hazırladığı sitedeki tüm hayvanlar ücretsiz olarak, iyi bakılmaları ve sevgi görmeleri karşılığında verilmektedir.

www.yuvaariyoruz.org

11 Haziran 2009 Perşembe

Çocuklarla Ekoloji - Gökkuşağı

Mektup

Kaynak: erol scott <erolbenjamin@yahoo.com>

(Konunun çocuklarla ilintili boyutları http://masaliz.blogspot.com/ sitesinden yürütülecek olsada, burada hatırlatma yapmadan geçemiyoruz: "Biz bu gezegendeki yolculuğumuzu yavaş yavaş tamamlarken gelecek nesilleri de unutmayalım" diye..)

Çocuklarla proje yurutmeye baslayan Gökkuşağı grubunda proje adlarini çocuklar koysunlar istenmiş ve çocuklara şöyle bir çağrı yapılmış:

Asagida Özlem'in, ekoloji hocasina Anadolu da kritik olacak turler hangileri diye sorduğu anlaşılıyor. Bu turleri arastirarak hatta baska kritik turlerde arastırılabilinir belki...
Nesli tukenmekte olanlar da olabilir.
Burada amac cocuklara kendilerini yakin bulabilecekleri bir hayvan bulabilmek.
Bu hayvanlari onlarla tanistirirken besine zinciri ve ekolojide her canlinin yerinin oldugundan soz etme sansimiz var. Gerektiginde iclerinden birini onlara sectirerek proje adi bulabilirz.
Size bir suru arastiracak konu:))
Sizin onerileriniz neler?

Çcoklardan biri olan Özlem'den gelen mesaj:

salamandra salamandra(benekli semender)
neurergus strauchi
geronticus eremita(kelaynak kuşu)
pyrus serikensis(yaban armudu)
liguidambar orientalis(sığla ağacı)

sğla ağacı çok önemli bi tür dünyada sadece bizde ve arjantinde war ama arjantindeki tükenmek üzereymiş bizdekilerde sizin oralarda çok yaygın bulunurmuş parfüm yapımında falan kullanıldığı için çok harcanıomuş...

hocam özellikle şunu belirtmemei istedi en önemli die bir tür yoktur hepsinin yok olması bir yerden ekolojiyi etkiler lütfen bunu çocuklara iyi aşılayın dedi
bide bn kaplan kelebeğini düşündüm oda güzel we özel bi canlı:)

öperim...

9 Haziran 2009 Salı

Yapılaşma ve Bodrum'un son hali

Haber

Belediyeler arasında inşaatlarla elde edilen gelir kaynağı (başı boş bırakılarak göz yumulan) yarışının gün geçtikçe yapılaşmaya olan tesiri ile gelinen noktalarda hep en yıkıcı örneklere bile hala seyirciyiz. Sanki böyle yaşamaktan bir türlü vazgeçemiyoruz.

Bilime ve üniversitelerin yaptığı çalışmalara değer verilmiyor.

"Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi Planı" iptal edilmişken hala bu yıkıma parçalı başka yollar aranabiliyor !

Kaynak: Radikal 09/6/9 "Bodrum 44 yılda böyle betonlaştı"

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=939676

..

BELİRSİZLİK TEDİRGİN EDİYOR

Mimarlar Odası Bodrum Temsilcisi Mahmut Yıldırım, geçmişte çok sayıda plan yapıldığını ve bunların hepsinde bakanlıkların ‘erk’i kendi eline almak arzusu olduğunu belirterek, “Ancak bunların tamamı daha sonra yargıdan dönmüş” dedi. Bodrum'da mevcut planlı arsalar arasında vatandaş elinde çok az arsa kaldığını kaydeden Yıldırım, “Bundan sonraki planmalar kamu eliyle yapılacak. Bu planmaların ne olacağına yönelik belirsizlik insanları tedirgin ediyor” diye konuştu. Planlama yetkisinin Kültür ve Turizm Bakanlığı'nda olmasının, buraların çok yakın bir zamanda birilerine tahsis edileceği izlenimi yarattığını kaydeden Yıldırım, “Dönüşüm adı altında hazırlanan projeler, tedirgin edici hale geldi. Bunun olumsuz örnekleri birçok yerde görüldü. Yapılaşma ile ilgili yaşanan kaotik ortam ise şimdiye kadar birçok çıkarcıyı harekete geçirdi” dedi.

BİRİLERİ GELİP KAÇAK YAPI KURAR

Yalı Belediyesi sınırlarında Gökova'ya doğru olan bölümün kaçak yapılaşmayla dolu olduğunu kaydeden Yıldırım, “Bu bölge 15 yıl kadar önce ‘Kültür ve Turizm Gelişim Bölgesi’ ilan edildi. Burası 15 yıl boyunca plansız bırakıldı. Bu vatandaşa ‘ev yapmayın’, ‘çocuk doğurmayın’, ‘iş kurmayın’ demek oluyor. Siz 15 yıl boyunca burayla ilgili birşey yapmazsanız birileri de çıkıp burada kaçak yapılar kuruyor” diye konuştu.

..

YAPILAŞMA ARTIK DURMALI

Bodrumlu Gönüllüler Derneği üyesi, Mavi Yol Girişimi Kolaylaştırıcısı Filiz Dizdar ise yapılaşmanın çok uzun yıllardır Bodrum'un sorunu olduğunu kaydetti. Bodrum Yarımadası'nda çok ciddi altyapı sorunları yaşandığını belirten Dizdar, “Bu yapılaşmanın artık bitirilmesi, durdurulması, bir revizyon planının yapılması gerekiyor. Ayrıca tüm altyapı çalışmaları bitirilip, tarım alanları, sulak alanlar gözetildikten sonra yapılaşmanın ne oranda yapılacağına karar verilmeli. Bir şekilde durup, bakmak lazım” diye konuştu. Bodrum'da beldelerin su ihtiyacını tamamen yeraltı sularıyla giderdiğini kaydeden Filiz Dizdar, “Yeraltı kuyuları kapatılsa müthiş bir su sıkıntısı yaşanacak. Yetersiz suyumuz olmasına rağmen yapılaşma hızla devam ediyor. Ormanları yakıyoruz, yeraltı sularını tutacak yutakları yok ediyoruz. Ya yakıyor ya yaktırıyoruz. Bunun yanında sulak alanları yok ediyor, yapılaşmaya açıyoruz. Bir taraftan çok değerli şeyleri yok edip bir yandan yapılaşma sürüyor. Denge nasıl sağlanacak bilemiyoruz” diye konuştu.

BELEDİYELERİN ÇEKİŞMESİ

Bodrum'un tüm beldelerinde yapılaşma sorunu olduğunu sözlerine ekleyen Dizdar, bu duruma belediyelerin çekişmesinin de katkısı olduğunu kaydetti. Dizdar, “Belediyeler gelirlerinin büyük bölümünü inşaattan sağlıyor. Belediyeler arasındaki yapılaşma, bu rekabette etken. Bu durumun artık durulması lazım. Bilim insanlarının, üniversitelerin yaptığı çalışmalar değerlendirilmeli. Bodrumlulara da sorularak bundan sonrasının planlaması yapılmalı” dedi. Bakanlar Kurulu'nun Yalıkavak, Gündoğan ve Göltürkbükü'nü Turizm Merkezi ilan etmesine de kuşkuyla baktıklarını dile getiren Filiz Dizdar, “Daha önce çıkarılan ‘Muğla- Bodrum Yarımadası Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi Planı’ açılan davalar sonucu iptal edildi. Şimdi 3- 4 bölge turizm bölgesi ilan ediliyor, bu da yargıdan dönecektir” diye konuştu. (dha)

3 Haziran 2009 Çarşamba

Hayvan hakları bildirgesi

Kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/Hayvan_Haklar%C4%B1_Evrensel_Beyannamesi

15 Ekim 1978'de Paris UNESCO evinde ilan edilen Hayvan hakları evrensel bildirisi.

1. Bütün hayvanlar yaşam önünde eşit doğarlar ve aynı var olma hakkına sahiptirler.

2. Bütün hayvanlar saygı görme hakkına sahiptir. Bir hayvan türü olan insan , öbür hayvanları yok edemez. Bu hakkı çiğneyerek onları sömüremez. Bilgilerini hayvanların hizmetine sunmakla görevlidir. Bütün hayvanların insanca gözetilme, bakılma, ve korunma hakları vardır.

3. Hiçbir hayvana kötü davranılamaz, acımasız ve zalimce eylem yapılamaz. Bir hayvanın öldürülmesi zorunlu olursa, bu bir anda, acı çektirmeden ve korkutmadan yapılmalıdır.

4. Yabani türden olan bütün hayvanlar, kendi özel doğal çevrelerinde karada, havada ve suda yaşama ve üretme hakkına sahiptir. Eğitim amaçlı olsa bile özgürlükten yoksun kılmanın her çeşidi bu hakka aykırıdır.

5. Geleneksel olarak insanların çevresinde yaşayan bir türden olan bütün hayvanlar uyumlu bir biçimde türüne özgü yaşam koşulları ve özgürlük içinde yaşama ve üreme hakkına sahiptir.

6. İnsanların yanlarına aldıkları bütün hayvanlar doğal ömür uzunluklarına uygun sürece yaşama hakkına sahiptir. Bir hayvanı terk etmek acımasız ve aşağılık bir davranıştır.

7. Bütün çalışan hayvanlar iş süresi ve yoğunluğunun sınırlandırılması ve güçlerini artırıcı bir beslenme ve dinlenme hakkına sahiptir.

8. Hayvanlara fiziki ya da psikolojik bir acı çektiren deneyler yapmak hayvan haklarına aykırıdır. Tıbbi, bilimsel, ticari ve başkaca biçimlerdeki her türlü deneyler için de durum böyledir.

9. Hayvan beslenmek için yetiştirilmişse de bakılmalı, barındırılmalı, taşınmalı, ölümü de acı çektirmeden ve korkutmadan olmalıdır.

10. Hayvanlardan insanların eğlencesi olsun diye yararlanılamaz, hayvanların seyrettirilmesi ve hayvanlardan yararlanılan gösteriler hayvan onuruna aykırıdır.

11. Zorunluluk olmaksızın bir hayvanın öldürülmesi yaşama karşı suçtur.

12. Çok sayıda yabani hayvanın öldürülmesi demek olan her davranış bir soykırım, yani bir suçtur.

13. Hayvan ölümüne de saygı göstermek gerekir. Hayvanın öldürüldüğü şiddet sahneleri sinema ve televizyonda yasaklanmalıdır.

14. Hayvanları koruma ve savunma kuralları, hükümet düzeyinde temsil olunmalıdır. Hayvan hakları da insan hakları gibi yasayla korunmalıdır.

Örnekler:

http://tr.wikipedia.org/wiki/Hayvanlara_Etik_Muamele_%C4%B0%C3%A7in_M%C3%BCcadele_Edenler

1 Haziran 2009 Pazartesi

Hayvan hakları ve Haytap

Haber

(Dün yazılan aşağıdaki bu haber ve yorum, şimdilik sadece bir iddia haline düş-müş durumda, çünkü kaynağımız sadece İnternet.. Dolayısıyla bu haber -sitedeki diğer tüm haberler gibi- herhangi bir suçlama içermemektedir!) 2 .Haziran-15:01
(Bazı ilginç -çelişkili iddialara dönüşen- haberler ve açıklamalar İstanbul sitesinde izlenecektir.)

2010 İstanbul projesi öncesi belli belirsiz bir katliam sürüp gidiyor ve aşağıdaki olay şok edici.

Sokak köpekleri ve Ebru

Kimlikleri belirsiz bazı sivillerin anlamsız saldırısına uğrayarak (felç edilmiş) can çekişir durumda Taksim parkına terkedilen Ebru isimli muhlis köpeği, The Marmara oteli kapısındaki yaşantısıyla hepimiz yakınen çok iyi tanıyoruz. Bu çok şaşırtıcı saldırı neticesinde, onu ne yazık ki artık üzücü bir şekilde kaybetmişiz.

Ebru kadar tanıyamasakta diğerleri içinde olup biteceklere (özellikle gelecek şu 9 ayda) karşı göz yummayı sanki farkında olmadan sürdürüyoruz.

Hayvan haklarını toplumuza kazandırmaya ve bu çerçevede yasal önlem almaya çalışan oluşumlar ise boş durumuyor. Onlarımı merak ediyorsunuz? Lütfen http://www.haytap.org gibi organizasyonları (bilgi almak için) izleyiniz.

İnsan gibi her canlının yaşama hakkı için bu tartışma süreçlerinde seçtiğiniz makul bir dayanışma yoluna katılınız. Çünkü bazı insanlarımızın hayvanlara yaptığı eziyetler gerçekten hiç anlaşılır gibi değil!

http://www.cnnturk.com/2009/turkiye/05/21/kopegi.otomobile.baglayip.gaza.basti/527535.0/index.html



Popüler Yayınlar

ŞEHİR ve BÖLGE PLANLAMA İMAR PLANI KORUMA YENİLEME MSGSÜ YTÜ İTÜ Y.MÜH. CUMHUR KOCALAR İST

Şeh.Dr.AZİZ CUMHUR KOCALAR: MÜLKİYET-İMAR HAKLARI AKTARIMI, Transfer of Property-Development Rights

YENİLENEBİLİR ALTERNATİF GÜNEŞ, RÜZGAR, BİYOKÜTLE ENERJİ Renewable Energy Cumhur Kocalar TR

İSTANBUL TARİHİ KÜLTÜREL VE DOĞAL VARLIKLAR, SOSYOLOJİ BOĞAZİÇİ SİTLER Cumhur KOCAL AR

Ar-Ge R-D Research Development İstanbul Araştırma Geliştirme Danışma Forumu

Telif Hakları

cumhurkocalar@gmail.com İstanbul, Türkiye

Tüm sitelerde telif hakları saklıdır.

Bu veb sitesinde yayımlanan yazılar bu sitedeki orijinal linki verilerek kaynak gösterilmek ve yazarının adı mutlaka belirtilmek kaydıyla, ayrıca bir izin almadan internet üzerinden elektronik ortamda kullanılabilir. Yazıların basılı ortamda kullanımı için yazar izni gereklidir.