Ölüm Tohumları” kitabının yazarı Gazeteci F. William Engdahl’la birlikte Ulusal Biyo Güvenlik Yasa Tasarısı’nı değerlendiren Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi Genel Başkanı Kemal Özer; “Genetiği değiştirilmiş ürünlerin ülkemizde üretilmesi ve tüketilmesine izin veren yasa tasarısının bu haliyle yasallaşması ülkemizin ve insanlığın lehine değildir” dedi.
Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi Başkan'ı Kemal Özer'le birlikte basın toplantısı düzenleyen Ölüm Tohumları" kitabının yazarı Amerikalı Gazeteci F. William Engdahl; "Türkiye henüz tohumlarını kaybetmemiş olan bir ülke. Ulusal Biyo Güvenlik Yasa ile bu kaynaklarını bütünüyle kaybedebilir" dedi.
GDO'lu tohumları 'Ölüm Tohumları' olarak nitelendiren F. William Engdahl; "Bu tohumlar insanlığı ve insanların davranışlarının kontrol edilmesi için kullanılıyor. Kimileri bunlara bir komplo teorisi demektedir. Bunlar bir komplo teorisi değil komplodur. Rockfeller'in yeşil devriminin sadece adı yeşil kendisi dünya nüfusunu kontrol etmek ve bazı ırkları ortadan kaldırmak için çalışmaktadırlar. Genetik tohum üretici ve pazarlayıcısı mahşerin dört atlısı olarak tanımladığı Monsanto, DuPont, Dow AgroSciences ve Syngenta gibi uluslar arası şirketlerin tüm insanları ve diğer canlıların sağlık ve güvenliğini tehdit etmektedir" dedi.
GDO surecini bir kıyamet projesi olarak niteleyen Engdahl'in 1974 yılında Henry Kissenger hazırladığı çok gizli raporda 'Yiyeceği kontrol edersen insanları kontrol edersin" önerisinde bulunmaktadır. GDO projesi ile ilgili tüm olumlu söylemler sinsi ve yanıltıcıdır. Cartagena Biyogüvenlik Protokolü bu uluslararası şeytan şirketlerin ve özellikle Monsanto'nun bir tezgâhıdır.
GDO'lu tohumların ekimi için başta devlet başkanlarına olmak üzere bir çok çevreye büyük rüşvetlerek ülkelerinde GDO'lu tohumların ekilmesi için ikna edildiğini iddia eden F. William Engdahl; "Bu konular başta olmak üzere GDO'Lu ürünlerin insan ve diğer canlıları olumsuz etkilediği ile ilgili GDO'lu tohum üreticileri başta olmak üzere GDO'yu savunan tüm taraflar bu tohumların insan ve diğer canlıları olumsuz etkilediği ile ilgili halka açık televizyonlarda her türlü belge ile tartışabilirim. GDO'nun faydalı olduğuna dair güçleri ve belgeleri yetiyor ise beni de ikna eyseler ya? Benimle hiç bir ortamda tartışmaya imkânları yok" dedi.
Engdahl, konuşmasında özellikle bir takım rüşvet ve uygunsuz yollarla bazı ülkelere bu GDO üreticisilerinin girmeye çalıştığına da işaret etti. Özellikle Almanya ve Fransa gibi ülkelerde halktan gelen direniş hareketlerinin ve baskıların neticesinde bu ülkelerde GDO'lu ürünlere itibar edilmediğini ve bunun da Türkiye, Macaristan gibi yeni pazarlara yönlenilmesine sebep olduğunu ifade etti.
GDO'lu ürünlerin hamile kadınların bebeklerini düşürmesine bile sebep olduğunu belirten Engdahl, konuşmasında ilginç bir örneğe de yer verdi. GDO'lu ürünler üreten bir firmanın kafeteryasında, çalışan personele GDO içeren ürünlerin satışının yasak olduğunu ifade etti.
F. William Engdahl basın toplantısında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, TBMM Başkanı Köksal Totan, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Tarım Bakanı Mehdi Eker, Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, CHP lideri Deniz Baykal, MHP lideri Devlet Bahçeli, Saadet lideri Numan Kurtulmuş gibi siyasetçilere ulaştırılmak üzere Ölüm Tohumları kitabını imzaladı.
Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi Genel Başkanı Kemal Özer ise şu görüşleri dile getirdi: “Siyasi iktidar bir süredir, ‘Ulusal Biyogüvenlik Yasa Tasarısı’ kanunlaştırılması çalışmalarını yürütüyor. Ancak söz konusu yasa tasarısının paylaşılması bir yana kamuoyundan ve talep edenlerden gizleniyor. Bu durum demokratik geleneğe aykırıdır ve işlemekte olan bu süreç, yasanın kendisi gibi doğru değildir.
Bazı çıkar çevrelerinin iddia ettiği gibi ülkemizin ve dünyanın hibrit, transgenik, modifiye olarak da adlandırılan genetiği değiştirilmiş gıda ürünlerine asla ihtiyacı yoktur. Çünkü GDO’lu ürünlerin -iddia edildiği gibi- açlığa çözüm olmadığı ve daha fazla verim getirmediği bugün için inkârı imkânsız bir gerçektir.
GDO’lu ürünlerde gizlenen asıl gerçek; insanlığın ortak mirası olan tohumların sayıları on dolayındaki şirketin mülkü haline getirilerek, tüm insanlığın birkaç şirketin insafına terk edilmesidir. Bu terk ediş, bağımlılık, sömürü ve çağdaş köleliğin habercisidir.
Arjantin, Meksika, Bangladeş, Kanada, Çin, Etiopya, Almanya, Fransa, Kenya ve Türkiye gibi ülkelerde resmi ya da gayri resmi olarak (yıllardır) ekimi yapılan GDO’lu tohumlar; ürünlerin lezzetini bozmuş, tozlaşma gibi yöntemlerle bazı bitki türlerini imha etmiş, kimi böcek türlerini yok etmiş, bazılarını ise “kene” de olduğu gibi, ölüm makinelerine dönüştürmüştür.
Verimliliği artırdığı iddia edilen, yeni kısır tohumlardan ekilen bir buğdayın başağından 16 dane elde edilebilirken, halen bir daneden en az 300 dane verebilen buğday türleri mevcuttur. Şayet amaç açlığa çözüm üretmekse -ki bu sadece bir gerçeği örtmek için uydurulmuş yalandır- bire 16 veren tohum değil bire 300 veren tohumların ekilmesi gerekmez miydi?
Asıl amaç: İnsanı değiştirmek, yönlendirmek ve yönetmek, dahası “terbiye etmektir.” Bu nedenle GDO çalışmalarının reddedilmesi ve bütün canlı neslinin devamı için olmazsa olmaz doğal tohum kaynaklarının korunması bütün insanların ortak görevidir.
Zira bizler bu tohumları, dedelerimizden sağlam olarak miras aldık ve yine sağlam şekilde çocuklarımız ve torunlarımıza devretmekle mükellefiz. Aksi halde bu ağır yükün hesabını veremeyeceğimiz ortadadır.
Biz inanıyoruz ki; iktidar, muhalefet, bilim adamı, bürokrat, basın, sivil toplum örgütü mensupları kısacası herkes; Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası, Dünya Tarım Örgütü, BM ve IMF’nin dayattığı ve yasalaşması için uyguladığı baskıya karşı dik duracak, bu tasarının yasalaşmaması ve GDO’lu tarım yerine doğal (organik) tarım yapılması için güç birliği yapacaktır.
Bu güç birliği şarttır. Sözde uluslararası bu örgütler, iddia ettikleri gibi insanlığın değil, emperyalist küresel sermayenin çıkarları için çalışmakta, hatta bu sermaye tarafından atanan kişilerce yönetilmektedirler. Bütün insanlık, bu güçlerin düzenleme ve baskıları ile küresel kölelere dönüştürülmek istenmektedir ve hatta büyük oranda dönüştürülmüştür.
Bütün insanlık ve insanlığın besin kaynağı gıdalar hatta hayvanlar, bu kişi ve kurumların elinde birer ilaç maymununa dönüştürülmüştür. Şimdi yapılan, ‘açları doyurma’ kılıfıyla bütün insanlığı açlığa mahkûm etme ve bağımlı köleler haline getirme projesidir. Bu çirkin proje bütün bir insanlığı kıyamete sürüklemektedir.
Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek son yaptığı açıklamada ''Ulusal Biyogüvenlik Kanun Tasarısı”nın imzaya açıldığını belirterek, tasarıyı hazırlama gerekçelerini “dünyada gelişen teknolojiler sebebiyle ulusal biyogüvenlik konusunun yeni baştan ele alınması gerektiği” şeklinde açıklamıştı. Çiçek açıklamasında, “Kanunun yürürlüğe girmesiyle genetiği değiştirilmiş bitkilerin üretimine izin verilmesinin önü açılmış olacak. Genetiği değiştirilmiş bitkiler ancak üretim hakkını elde edebilecektir. Bebek mamaları ve küçük çocuk ek besinlerinde kullanımı yasaklanacaktı r” demişti.
Burada sorulması gereken soru şudur? GDO’lu ürünler tüketen bir annenin sütü ile beslenen bebeği, GDO’lu ürünlerin zararından nasıl koruyacaksınız? Anne babasıyla aynı sofradaki GDO’lu ürünleri tüketen bebek ve çocukları, bu kötü etkilerden uzaklaştırabilecek misiniz? Bunu nasıl yapacaksınız?
Bebekleri koruma söylemi de açıkça göstermektedir ki, GDO’lu ürünlerin zararlarını siyasetçiler de gayet iyi bilmektedirler. Ancak şu iyi bilmelidir ki: bebekler, korunuyormuş gibi gözükülerek korunamazlar. Unutulmamalıdı r ki GDO’lu ürünler, midemize gıdalarla atılan misket bombalarıdır.
Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi olarak genetiği değiştirilmiş hiçbir organizmanın bırakınız ülkemizde ekilmesini, dünyanın hiçbir yerinde de ekilmesine rıza göstermemekteyiz. İnsanlığın ortak mirası olan tohumları, uluslararası şirketlerin insafına ve tekeline asla bırakamayız. Çünkü kısırlaştırılmış GDO’lu katır tohumlar ve bunlardan elde edilen ürünler, insanlığın geleceği için büyük bir risk ve tehdittir. .
Aynı tehdit, bu dünyayı birlikte paylaştığımız ve onlar olmaksızın insanın yaşamının mümkün olmadığı doğa, bitkiler ve hayvanlar için de geçerlidir. Yine tohumlar da bir ülkenin tek başına mülkü değildirler. Herhangi bir tohumda, bütün insanlığın hakkı, hatta bütün canlıların hakkı vardır. Örneğin yalnızca bir yaban hardalından beslenen bir bitkinin, nesepsiz kanola tarafından tozlanarak, bütünüyle ortadan kaldırılması sebebiyle bazı canlı türleri yok olup gitmekte ve bu sayede zincirin belki de çok önemli bir halkası koparılarak, dünya felakete sürüklenmektedir. Kaldı ki koparılan halkanın sayısını tahmin etmek bile güçleşmiştir.
Türkiye’nin yapması gereken şey, genetiğe müsaade etmek değildir. Hatta Türkiye kimilerinin ifade ettiği gibi, ‘bizde ekilmesin de nerede ekilirse ekilsin’ de diyemez. Bu sorumlu bir davranış olmaz. Onun zararı sadece bizi değil, bütün dünyayı bulur ve bulmaktadır. Düşününüz, Amerikalı çocuklar kanser olurken, bizim çocuklarımız olmuyor mu? Amerikalılar obeziteye dûçâr giderken, gidişat bizde de aynı değil midir?
Bu konuda, ‘GDO’lu ürünlerin ürün etiketlerine ürünün menşei yazılsın ve böylece tüketici istediğini tercih etsin’ diyenler bile, ömürlerinde tükettikleri hiçbir ürünün etiketini baştan sonra okumamışlardır. Peki, okudukları takdirde bir şey değişecek midir? Kaç kişi bu etiketlerde yazan ifadelerin anlamını ya da kaynağını bilmektedir?
Artık gıdaların herhangi bir ülkesi yoktur. Hemen her türlü gıda, aynı gün dünyanın bir başka köşesine seyahat edebilmektedir. Bu yüzden yapılması gereken tek şey, GDO'yu bütünüyle yasaklamaktır. Aksi durum tartışmasız ülkenin ve insanların birkaç şirketin kölesi haline getirilmesi demektir.
Öte yandan 5179 sayılı Gıda Kanunu hakkında açılan davayı değerlendiren Anayasa Mahkemesi, söz konusu kanunun bazı maddelerini iptal edip yürürlüğünü durdurduğu ve Resmi Gazete’nin 11 Haziran 2009 tarihli nüshasında yayınladığı gerekçeli kararında; ‘GDO'lu ürünlerin kanser, hipertansiyon, osteoporoz, dolaşım ve sindirim bozuklukları hastalığına sebep olduğu’nu belirterek tarihi bir karar imza atmıştır. Yüksek mahkeme, bu kararıyla GDO'yu yasalaştıran, Ulusal Gıda Biyogüvenlik Yasa Tasarısı'nın da önünü kapatmaktadır.
İnanıyoruz ki, siyasi irade Ulusal BiyoGüvenlik Yasa tasarısında ısrarcı olmayacaktır. Başbakanın GDO’nun zararlarını göz ardı edeceğine ihtimal dahi vermiyoruz. Her şeye rağmen yasalaştırılsa bile, biliyoruz ki muhalefet partileri ortak bir kararla konuyu Anayasa Mahkemesi’ne taşıyacaklardır. AYM’nin görüşü bellidir ve 7 kamu görevlisinin kararlarına mahkûm edilecek bir yasal düzenlemeye AYM vize vermeyecektir.
Türkiye’de akliselimin galip gelerek, bu kirli oyunun bir parçası olmayacağına ve dünyanın en zengin tohum ve florasını küresel güçlerin emrine vermeyeceğine inanmak istiyoruz. Bunun engellenmesi için de var gücümüzle mücadele ediyoruz ve mücadelemizi sonuna kadar sürdüreceğiz.
Türkiye’ye bir çağrıda bulunarak diyoruz ki: Geliniz uzun süre tartıştığımız dünyanın en bakir ve verimli arazisi olan mayınlı bölgeyi; devlet, çiftçi, sivil toplum işbirliği ile “doğal tohum üretim çiftlikleri”ne dönüştürelim. Hem siyasi tartışmalar bitsin, hem ülke rahat etsin, hem de ülkemiz tohum şirketlerinin kölesi olmaktan kurtarılsın. Böylece bütün ülkeye hatta insanlığa örnek bir model sunalım. Haydi Türkiye, şimdi sana yakışanı yapma zamanı!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder